Dursun Ali Taşçı köşesinde kaleme aldığı yazısında, “Bizim en büyük sorunumuz, kendi medeniyet coğrafyasında yetişmeyen öğretmenlerdir. Burada öğretmenleri suçlamıyorum, onların yetişme tarzlarını değiştirmezseniz, sonucuna katlanacaksınız, demek istiyorum. Bu nedenle eğitim fakülteleri acilen yeni baştan düzenlenmelidir. Kendi medeniyet ve kültürüne aidiyeti gelişmiş öğretmenler yetiştirmelidir.
“AVRUPA’DA BUNA HİÇ RASTLAMADIM”
Ben Fransa’da da öğretmenlik yaptım. Ne orada, ne de Avrupa’nın diğer ülkelerinde kendi uygarlıklarını tanımadan öğretmen olmuş birisine rastlamadım. Fransa’da ilkokul dördüncü sınıfa kadar sadece Fransızca (dikte) ve hayat bilgisi dersi verilir. Çocuklara kendi kültürlerini, uygarlıklarını tanıtmak için azami gayret gösteriliyor ve bunu tüm öğretmenler canı gönülden yapıyor. Çünkü onlar, kendi uygarlıklarını tanıyor ve onunla “gurur” duyuyorlar. Türkiye’deki “öğretmen odaları”nda yapılan tartışmalara hiç girmeyeceğim.” ifadelerini kullandı.
“BUNA ARTIK BİR SON VERMELİYİZ”
Ferman Karaçam ise yazısında, “Bunca yıl iktidarlar gelir gider ama, edebiyatımız yani şiir, sanat, tiyatro, müzik, roman ve hikayemiz sürekli solcuların tekelinde olmuştur ve ne acıdır ki, hala da onların elindedir.
Sonra da bir anda durup hayretle, etrafa bakınıyoruz ve,
“yahu acaba bu gençler niye öyle bizden uzaktalar” diye şaşkın, şaşkın iç geçiriyor, yakınıyoruz!
Buna artık bir son vermeliyiz.
Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıkları aynı kişinin uhdesinde olmalıdır. Kültür ile Turizm gibi aslında birbirine zıt olan ama geçmişteki hatalı kararlar ve solcuların medeniyetimizi ve kültürümüzü küçümseyen bakış açısından dolayı, kültürümüz, Batının tercüme eserlerinden ibaret görülmüş ve bu sebeple kültürle turizm, bir araya getirilmiştir.” dedi.
İşte Dursun Ali Taşçı’nın ” ‘Eğitim Reformu’ şarttır” başlıklı yazısı;
İbn Haldun Üniversitesi Külliyesi Açılış Töreni’nde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Batı dünyası tıptan sosyolojiye kadar pek çok alanda ilhamını bizim köklerimizden almıştır. Buna karşılık biz de kendi köklerimizi tamamen unutarak veya dışlayarak onun türevlerini esas kabul etmek suretiyle iki asırdır kendimize yol ve yön bulmaya çalışıyoruz. Bir başka ifadeyle fikri bir buhranın içinde çırpınıyoruz.
“DEĞİŞTİRMEMİZ ŞARTTIR”
Aynı şekilde gerçek iktidarın, fikri iktidar olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Şahsen bu konuda kendimi biraz mahzun hissediyorum. Önceliğimizi evlatlarımızı hakkıyla yetiştirmek olarak değiştirmemiz şarttır. Bu müfredat tadilatının ötesinde topyekün eğitim öğretim reformunu gerektirir.”
Cumhurbaşkanı’nın bu uzun ve dolu dolu konuşması ve en önemli konulara parmak basması, uzun yıllardır eğitim üzerine yazan, konuşan bir insan olarak, geç kalınmış da olsa, içime su serpti. Çok boyutlu olan eğitim meselesi, yol yapmak, baraj inşa etmek gibi değildir ki, kolları sıvayalım ve hemen inşaatımızı bitirelim. Bu asırlık problemin çözülmesi için bir ömür yetmez, asırlar gerektirir.
‘OKUTACAK ÖĞRETMENİ KENDİ MEDENİYETİNİZE GÖRE HAZIRLAMAZSANIZ SONUÇ İSTEDİĞİNİZ BİÇİMDE GELİŞMEZ’
Ben yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum:
Birkaç yıl önce, davet üzerine, bir ilçemize eğitimle ilgili bir konferans vermeye gitmiştim. Konferans akşam saatlerinde olduğu için, o ilçede gece kalmak zorunda kaldım. Ertesi sabah, bir öğretmen arkadaşın ısrarı üzerine, evine kahvaltı yapmaya gittim. Kahvaltı esnasında evin lise çağındaki kızı bize hizmet ediyordu. Kıza sordum, lise ikinci sınıfa gidiyormuş. Merak ettim, lise ikinci sınıf edebiyat kitabını istedim. Merakım, bizim zamanımızda hazırlanan kitaplardan acaba bir farklılığı olup olmamasındandı.
Kızcağız, MEB damgası bulunan kitabı getirdi. Kitabı açtım: İlk konu Mevlâna, ikinci konu Yunus Emre, üçüncü konu Süleyman Çelebi. Oh ne güzel hazırlanmış, kültürümüzü çocuklarımıza tanıtacak üç önemli insan ilk sıralara yerleştirilmiş. Bir daha çevirdim, konu Sabahattin Ali. O zamana kadar dikkatimi çekmemişti, Sabahattin Ali konusu işlenmiş, kelimeler çıkarılmış, kitabın sayfaları boş bırakılmamış, notlarla dolmuş. Geri döndüm, üç büyüklerin sayfaları bomboş duruyor!
Kızımıza sordum; “Siz bu konuları işlemediniz mi?”
Cevap; “Hayır, işlemdik, öğretmenimiz o konuları işlemedi!” oldu.
Siz nasıl müfredat hazırlarsanız hazırlayın, o müfredatı okutacak olan öğretmeni kendi medeniyetinize, kültürünüze göre hazırlamazsanız sonuç istediğiniz biçimde gelişmez. Allah bilir, o öğretmen bu üç büyük insanımızı tanımıyordu veya ön yargılı davranmıştı.
“BİZİM EN BÜYÜK SORUNUMUZ”
Bizim en büyük sorunumuz, kendi medeniyet coğrafyasında yetişmeyen öğretmenlerdir. Burada öğretmenleri suçlamıyorum, onların yetişme tarzlarını değiştirmezseniz, sonucuna katlanacaksınız, demek istiyorum. Bu nedenle eğitim fakülteleri acilen yeni baştan düzenlenmelidir. Kendi medeniyet ve kültürüne aidiyeti gelişmiş öğretmenler yetiştirmelidir.
Ben Fransa’da da öğretmenlik yaptım. Ne orada, ne de Avrupa’nın diğer ülkelerinde kendi uygarlıklarını tanımadan öğretmen olmuş birisine rastlamadım. Fransa’da ilkokul dördüncü sınıfa kadar sadece Fransızca (dikte) ve hayat bilgisi dersi verilir. Çocuklara kendi kültürlerini, uygarlıklarını tanıtmak için azami gayret gösteriliyor ve bunu tüm öğretmenler canı gönülden yapıyor. Çünkü onlar, kendi uygarlıklarını tanıyor ve onunla “gurur” duyuyorlar. Türkiye’deki “öğretmen odaları”nda yapılan tartışmalara hiç girmeyeceğim.
“OKUMUŞ OLMAK YETMİYOR”
Sadece “okumuş” olmak yetmiyor. Hitler Almanya’sında “en iyi” yetişmiş doktor, insanları iğne ile zehirledi. “En iyi” pilot, suçsuz insanları bombaladı. “En iyi” yetişmiş asker, suçsuz insanları kurşuna dizdi, fırınlarda yaktı. Fransa Cezayir’de vahşet sergiledi, Afrika’yı sömürdü, sömürüyor. Sırp komutanlardan biri psikologdu, insanları kobay olarak kullandı ve soykırım uyguladı. Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombasını bir ABD’li albay attı.
“İnsan hakları” deniliyor da bunu iyi havalarda uygulamaya çalışıyorlar. Oysa hava kötüleşti miydi, yeryüzünün en vahşi canavarları olmaktan da çekinmiyorlar.
Bütün bu dünya şartlarına rağmen, geç kalınmış da olsa, zararın neresinden dönülürse kârdır, hesabınca ciddi bir şekilde bir eğitim reformu ve seferberliği şarttır.
Ferman Karaçam’ın ‘Evet, Biz de Mahzunuz’ başlıklı yazısı;
Yazı yazan insanların kaderinde vardır; aylarca, yıllarca yazı yazarsınız, bazı konuları da önemli görür tekrar, tekrar yazarsınız.
Bu tekrarlar, okuyucuyu sıkacak diye düşünür, ara verirsiniz.
Her ara verişte, büyük bir hüzne kapılır, mahzun olursunuz ama, yeniden yazarsınız.
Ben de, buradan sık sık eğitim, öğretim, gençlik, aile ve kültür konularında elimden geldiği kadar yazdım.
Çünkü bunlar, önemlidir.
“DÜNYA İLE YARIŞAMAZSINIZ”
Ülkenizde, Eğitim ve öğretimle çocuklarınıza kalite, ahlak, fırsat eşitliği, zamana uyum gibi değerleri yeterince veremezseniz, dünya ile yarışamazsınız.
Gençlik ile yeterince ilgilenmezseniz başkaları ilgilenir ve siz iktidarınızı, ülkeniz de geleceğini kaybeder.
“ÇOK HEYECANLANDIM, ÇOK SEVİNDİM”
Aile ve kültür konuları da öyle, her birinin önemi için yeniden yeniden, ciltlerce kitap yazılsa yeridir.
İki gün önce, Başkanımız Erdoğan bu konulara değindi.
Çok heyecanlandım, çok sevindim.
“BEN DE MAHZUN OLMUŞ, ÜZÜLMÜŞTÜM”
Çünkü, daha bir hafta önceki yazımızda, yine bu konuları tekraren yazmıştık ve itiraf edeyim ki, yazarken ben de mahzun olmuş, üzülmüştüm.
Zira, o yazımızda biz de; AK PARTİ iktidarları Türkiye’de hayal edilemez devrimler yaptı, hemen hemen bütün kronik problemleri çözdü fakat; aile, eğitim, ahlak, ceza kanunları, gençlik gibi meselelerimiz ne yazık ki çözülemedi, demiştik.
Dahası, bu meseleleri iyi ifade eder diye, yazının başlığını da , “Dereyi Geçip Çayda Boğulmak” şeklinde koymuştuk.
O günkü konuşmasında Başkan Erdoğan: “18 yıllık iktidarımızda eğitim, kültür ve aile konusunda arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadık, fikri iktidarımızı da hala tesis edemedik. Kendimi bu konuda mahzun hissediyorum, 18 yılda her alanda tarihi eserlere ve hizmetlere imza attığımızı, ailede, eğitimde, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum….” dedi.
Sanırım bu konuşma, birçok bakımdan çerçevelenecek ve duvara asılacak kadar önem taşıyor.
Bu önem, sadece yukarıdaki konuların dile getirilmesinden dolayı değil; bunları en yetkili kişinin ifade etmesi, kendi yapamadıklarını açıkça kabullenmesi, toplum karşısında sorumluluğunu kabul ederek itiraf etmesi ve eleştirmesi de son derece önemli.
Madem bu konuşma beni ve benim gibi çoğu kişiyi heyecanlandırdı ve bizim haklılığımızı perçinledi, öyle ise konuyla ilgili yazılanları da bir kez daha dile getirmek faydalı olacaktır
Mesela, kültür konusu.
Bu coğrafyanın yüz yıllardır ilimle, fenle, hikmetle, erdemle, ahlakla, faziletle, hakikatle yoğrulun toprakları ve bu aşkın değerleri, bu toprakla yoğuran Yesevi, Yunus, Mevlana, Ahmedi Hâni, Cezeri, Bitlîsî, Fuzûlî, Attar…. gibi binlerce zirvelerimizi çocuklarımızla buluşturamıyoruz.
Geçmişimizi geleceğimize eklemleyemiyoruz.
Kültür hala, bir kara tren vagonu olarak turizmin arkasında sürükleniyor.
“BİR TOPLUMUN KILCAL DAMARLARI KÜLTÜREL ZENGİNLİKLERDEN TEŞEKKÜL EDER”
Geçmişte, ne yazık ki, birçok sağcı, muhafazakâr ve dahası mütedeyyin hükûmetler, Kültür Bakanlıklarını kendileri gibi düşünmeyen solcu, sosyalist, batıcı ve hatta materyalist kişilere vermişlerdir ve bu sebeple, bu ülkede hiçbir zaman doğru dürüst bir kültür politikası olmamış, olamamıştır.
Hâlbuki bir toplumun kılcal damarları kültürel zenginliklerden teşekkül eder, bu da; edebiyattır, çeşitli sanatlardır, şiirdir, romandır, müziktir, tiyatrodur, hikâyedir.
Düşünmek, bilgiyi özlemek ve bilgiyi istemek ise bu öğelerin yürekte ve akıldaki izlerini sürmekle elde edilir.
Edebiyat ve sanat bir bakıma ana rahmindeki tohum gibidir; bilgiye olan erişme arzu ve iştiyakını ve tefekkürü bu tohumdan elde ederiz.
Bu da oraya;
bir şiir mısraından, bir tiyatro sahnesinden, bir müzik notasından, bir roman veya hikâye kahramanının dilinden, bir annenin ninnisinden, bir aşığın gözyaşından, bir acının uyarmasından, bir ayrılığın hüznünden… dolayı ulaşmıştır.
Bunları önemsemedik.
Önemsemediğimiz içindir ki;
Bunca yıl iktidarlar gelir gider ama, edebiyatımız yani şiir, sanat, tiyatro, müzik, roman ve hikayemiz sürekli solcuların tekelinde olmuştur ve ne acıdır ki, hala da onların elindedir.
Sonra da bir anda durup hayretle, etrafa bakınıyoruz ve,
“ yahu acaba bu gençler niye öyle bizden uzaktalar” diye şaşkın, şaşkın iç geçiriyor, yakınıyoruz!
Buna artık bir son vermeliyiz.
Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıkları aynı kişinin uhdesinde olmalıdır. Kültür ile Turizm gibi aslında birbirine zıt olan ama geçmişteki hatalı kararlar ve solcuların medeniyetimizi ve kültürümüzü küçümseyen bakış açısından dolayı, kültürümüz, Batının tercüme eserlerinden ibaret görülmüş ve bu sebeple kültürle turizm, bir araya getirilmiştir.
Bunlardan dolayı, evet biz de mahzunuz Sayın Cumhurbaşkanım.
Aile, eğitim, kültür, gençlik konuları, hayatı konular.
İnşallah, ifade ettiğiniz şekilde bunların hepsi temelden ele alınır ve bizim medeniyet kodlarımıza uygun bir şekilde hayata geçirilir.
Haber7